• A
  • A

Oraya Oturacağım!

Şehir içi otobüs seferlerinden birinde, otobüs durağa yanaştı ve inecek olanlar indi. Geriye kalanlardan, ayakta duran bir gencin hemen arkasındaki koltuk boşalmıştı ama oturmak için acele etmedi. Otobüsün ön taraflarından beri gelen 45 yaşlarında bir kadın gence "müsaade eder misiniz, oraya oturabilir miyim" demedi, koltuğu işaret ederek "oraya oturacağım!" dedi. Kadının koltuk konusundaki bu denli kendinden emin ve başkasının hakkını hiç gözetmeden hak iddia edişi genci şaşırttı ve genç, kadına dönerek "sizin koltuğunuz mu?" diye sordu. Kadın, "boşaldı ve ben de oturacağım!" diye yine gayet ‘kendinden emin ve hakkı olanı alır' bir ses tonuyla cevap verdi. Kadının derdi sanki orası kendininmiş gibi o boş koltuğa oturmaktı. Genç ise, yaşlı yahut hasta birileri var mı diye bakındığı için acele etmemişti oturmak için. Sonra genç oradan uzaklaşarak koltuğu o haris kadına bıraktı...

 

Günlük hayatta yolumuz binlerce insanla kesişiyor, birçok kişiyle içerisinde hak iddia edilebilecek ve edilemeyecek bir sürü olay yaşıyoruz. Ama ne var ki insanlar sadece maddi haklar üzerine yoğunlaşıyor, hiçbir şekilde diğer insanlara ne hissettirdiklerini değerlendirmiyorlar. Söz konusu olayda, gencin herhangi bir maddi hak iddia etmesi mümkün değildi. Ancak, kadının ona güler yüzle veya rica eder bir tavırla yaklaşmayıp da mücadele içerisinde olduğu kötü bir rakibi gibi muamele etmesinin hesabı görülmez mi ola yarın ‘Mahkeme-i Kübra'da... Hayat denilen bu kısa yolculuk bu kadar sert bir mücadeleden mi ibaret? Yoksa bu algılayış, insanların bencil yaklaşımlarının mı neticesi? Neden hep ‘önce ben', neden "her defasında ben kazanayım da geri kalan ne hali varsa görsün..."? Bencillik nereden doluştu damarlarımıza ve nezaketimizi nerede ve ne ile meşgulken yitirdik? Ahir zaman alametlerinden olan; ‘selamın yalnızca tanıdıklara verilmesi' durumu, ne zaman ‘selamın bize o yada bu şekilde faydası olan kişilere verilmesi' şekline dönüştü? İçimizdeki iyiliği dışarı çıkarmak için ‘yoga' mı yapmamız lazım? Neden artık bir ambulans sireni içimizi sızlatmak yerine sadece yolu açıp, ardına takılmak suretiyle daha hızlı yol almaya vesile oluyor? İnsanı insan yapan o ‘naiflik' nerede unutuldu...? Ve insanlar bir birlerine bu denli merhametsiz davranınca, Allah'ın onlara hem bu dünyada hem de ahrette muamelesi nasıl olur acaba?

 

Bilmem hatırlar mısınız, ilkokul yıllarında, matematik dersinde problem çözme yöntemi olarak şunların belirlenmesi istenir; ‘verilen, istenen ve sonuç'... peki biz çevremizdeki insanlara ne veriyor, ne istiyor ve sonuç olarak ne alıyoruz...? Görünen o ki sınırlı paylaşımımız ‘çıkar ilişkisi' benzeri bir hal almış ve aynı toplumun fertleri olan bizler, yola düşmüş bir taşı, ‘diğerlerine' zarar verebilir endişesiyle ve sadece Allah rızası için kaldırma alışkanlığımızı yitirmiş durumdayız. Sanırım bunların hemen hepsinin altında, maddi algının yükselmesi ve değerinin de artması yatıyor...

 

Fizik kurallarıyla ve bilimsel yöntemlerle açıklanamayan şeyler artık inanılabilirliğini yitirmiş durumda. İnsanlık ise farkında olarak ya da olmayarak körelttiği maneviyatını, yoga kurslarında aramakta. İş ilişkisi içinde olduğumuz insanlara karşı son derece nazik davranırken, komşumuza selam bile vermiyoruz. "Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir." Hadis-i Şerifi ile kazandığımız anlayış yerini komşusunu tanımayan bir toplum olma bilincine bırakmış olsa gerek ki, binlerce kez dairesinin önünden geçtiğimiz insanlarla yolda karşılaşsak tanımayacağız...

 

Peki insanı sosyal hayatın içerisine iten, Yaratıcının bu fiiliyatındaki hikmet ne ola? Neden bizi diğer insanlarla ilişki içerisinde olmamızı gerektiren bir sistem içinde halk etti? Aynı dinin birer mensubu olarak, "Mü'minler ancak kardeştirler" (Hucurât: 49/10) ayeti kerimesinden anlamız gereken, ve bu bağlamda düzenlememiz gereken ilişki biçimi, post modern dünyada nasıl mümkün olur? "İyiliği emredip, kötülükten men etme" düsturu nasıl yerine getirilebilinir? Bu eksende düşündüğümüzde, içinde bulunduğumuz zamanın da karakteri ile en çelişmeyen ve en olası yol, başkalarından beklediklerimizi önce kendimiz uygulamamız şeklinde mümkün. Özgürlük anlayışının geldiği son noktada, ne hal üzere olursa olsun bir başkasına dokunmamız mümkün değil. Ama kendimiz için dosdoğru olmak, gereken düzeltmeyi önce kendinde tamamlamak mümkün... Diğer türlüsü, hastasının karşısında sigara içen doktorun, hastasına sigarayı bırakmasını tavsiye etmesi gibi bir şey. Nasıl ki bu örnekteki durumda sigaranın bırakılması gerekli hatta şart olsa bile, doktorun o anki tutumundan dolayı abesle iştigal nevinden bir hale bürünürse, kendi nefsimize kabul ettiremediğimiz şeylerine başkasına tavsiye etmemiz de o derece abesle iştigaldir.

 

İnsan-insan ilişkilerinde gereken ve beklenen hassasiyeti, önce kendimizde geliştirip, kendi mikro sistemimizde, yani aile içi ilişkilerimizde sergileyip, sonra da içerisinde yaşadığımız makro sistemin, yani toplumun her ferdine tebessüm eder tarzda sunmalıyız. Zira Hz. Muhammed (S.a.v.) bir hadisi şerifinde; "Tebessüm etmek sadakadır." Buyurmuştur... işte bu Hadis-i Şerif'i hayatın merkezine koymak, sosyal ilişkileri düzenlemek adına çokça yol almaya vesile olacaktır...

 

Yorum yazabilirsiniz.

Yorumlarınız onaydan sonra yayınlanacak olup eposta adresiniz sitede görünmeyecektir. Lütfen hakaret içeren sözler yazmayınız.
sümeyye 23.09.2012 11:44:33 civarında dedi ki:
gerçekten cok acı noktaları yakalamışsınız . ambulans sesi örneği su anda burnumu sızlattı tamamen doğru. Selam verip gülümsemyi öğrenirsek. Bugün Allah için ne yaptım diye sorduğumuzda kendimize en azından su kadar kişiye selam verdim demek bile muhteşem...
ilknur 07.07.2010 23:46:11 civarında dedi ki:
geçen gün buna benzer bir olaya ben de şahit oldum.Genç başörtüsüz bir bayan çarşaflı orta yaşlı bir hanıma otobüste yer verdi.Kadın teşekkür etmeyi bırakın gülümsemedi bile.Bu nezaketsiz tavırlar dindar insanlarda daha nezaketsiz görünüyor, bize ayna tutuyorsunuz, Allah sizden razı olsun
Melihat Keskinbıçkı 02.06.2010 19:50:57 civarında dedi ki:
Güzel olmuş...
0.011 sn.