• A
  • A

Şeytanın cazibesi III "Düştüğü Yerden Kalkmak"

‘Yola Kurulan Tuzaklar' ile başlayan ve ‘İnsan Nasıl Düşer' ile devam eden, Şeytanın cazibesi yazılarına, ‘dönüş' yollarını arayarak noktayı koyalım...

 

Düştüğü Yerden Kalkmak

 

Bin bir renkle süslenmiş şu diyar-ı fani, meşakkatli bir yolculukla birlikte, birçok güzelliği de sunmaktadır insana. Bu yolculuk kısa ve dahi sonludur ama burada edinilenler, kazanılanlar, bir kapıdan geçip de ahrete varacağı için önemli ve değerlidir. İnsan hayatı boyunca kiminden az kiminden çok, her şeyden nasibini alır da yolun sonuna geldiğinde bunlardan başka bir şey kalmaz elinde. Tıpkı bir yıl boyu ekilenin, dikilenin bir hasatta biçilmesi gibi, bir ömür boyu hayat sermeyesi ile dünya tarlasına ekilenler, ecel ile biçilir de kişi bunlardan hesaba çekilir.

 

Hâl böyleyken, dünyada en değerli sermayesi zaman ve sıhhat olan insan, neyin hesabını vereceğini düşünmeli ve burada yaptığı şeyleri, özellikle de yanlış olanları burada halletmeye çalışmalıdır.

 

Bizi korkutan hatta yıldıran bunca hatadan nasıl mümkün olur da temizlenir insan sorusuna cevap aradığımız zaman kaşımıza ilk olarak şu hadis-i şerif çıkmaktadır: "Eğer siz günah işlemeyen bir kavim olsaydınız, Allah sizi helak eder de başka insanlar yaratırdı. Onlar günah işlerler, kendisi de onları bağışlardı." Yani insandan beklenen hatasızlık değil ancak yaptığı hatadan mümkün olduğunca çabuk ve samimi bir şekilde dönmesidir. İnsan ancak rahmanın affına sığınarak kalkar düştüğü yerden. Yoksa ne zamanı geri çevirmek mümkün ne de yapılanları silmek... Ama Allah kulunu bilir, ona tekâmülü için nefis verilmiştir. Nefsin terbiye edilmemiş halinin insana her türlü kötülüğü isteyen bir özellik katacağını da bilir Allah(c.c.). Dolayısıyla mümkün olmayandan mümkün olana doğru yönelmek daha hayırlıdır.  Yani hiç günah işlemeyen bir kimse olmak mümkün değilse, günah işleyen ve bununla birlikte Allah'tan korkan ve hatalarıyla da olsa dönüp yine Allah'a günahlarının affı için yakaran bir kul olmak mümkündür. Ve işte düştüğü yerden kalkmak da budur. Çünkü bir meseledeki problem, başka bir meselenin yöntemleriyle çözülmez. Nasıl ki darlıkta gereken sabır, bollukta gereken şükürdür, hatanın ardından da gereken, çokça ve çabukça ‘özür'dür...

 

Hayrı da şerri de yaratan Allah(c.c.)'tır. İnsan, ancak bunların içinden tercih yapar ve yollarını belirler, eğer şer bir yoldan geçilmişse,  gereken şey bir an önce o yoldan uzaklaşıp, üzerine bulaşan pislikleri temizlemek için Allah'a iltica etmektir. Aklı selim sahibi bir müslim için günahlarını hatırlamak, ancak tövbeye yönelmeye vesile olur. Tövbe ki Allah katında çok değerlidir kulun Allah'a dönüşü af dilemesidir. Madem ki ‘Tövbe kapıları' olarak anılır, madem ki taş değil, duvar değil  kapıdır, o halde Biiznillah açılır. Her ne ile dönmüş olursa olsun, kişi affedilmek istiyorsa, o kapıdan yüz çevirmemeli, önünden eksik olmamalıdır. Hiç unutmamak lazım ki, ahir zamanın dehşeti içerisinde yaşanan yolculuklar zor, zemin kaygan ve şeytanın nüfuz edebileceği alan çoğalmış, gaflete düşmek, akıntıya kapılmak kolaylaşmıştır. Her daim Allah'a sığınmak ve her fırsatta tövbe kapılarına yönelmek gerekmektedir.

 

İnsan her hatada, her günahta kalbinde oluşan karanlığı ilahi nur ile dağıtmazsa, o karanlık büyüdükçe yolu görmek zorlaşır. Hz peygamberin "Hâzâ sırâtun müstakîm" diyerek çizdiği ve bize gerek kendi hayatıyla gerekse çevresindeki olaylar hakkında verdiği hükümlerle gösterdiği, ‘sırâtun müstakîm'den sapan her yolun başında şeytanın oturduğunu da haber vermiş ve mü'minleri bu yollara sapmaktan sakındırmıştır.

 

Gaffar'ın inayeti ile hiçbir zaman dönüşün mümkün olmadığı bir nokta yoktur. Bir çok rivayette anlatıldığı üzere Allahın affına sınır koymaya çalışanların hali çok vahim olmuştur. Madem ki affının sınırı yoktur, bize düşen de bu af kapısından girmeye çalışmaktır. Yine Hz. Peygamberin "kafirler Allah'ın rahmetinin ne derece büyük olduğu bilselerdi, onlar dahi umudu kesmezlerdi" manasına gelen hadis-i şerifliyle de anladığımız kadarıyla, sonsuz aftan nasibimizi almaya çalışmamız gerekir. Her hatadan sonra yapılabilecek en hayırlı şey, hemen tövbeye koyulmaktır. Zira İslam geleneğinde acele edilmesi tavsiye edilen üç mevzudan biri de tövbedir.

 

Muhammed (S.a.v.) dahi günde yetmiş bir defa tövbe ettiğini söyleyerek arkadaşlarına çokça tövbe etmeyi tavsiye etmiştir. İsmet sıfatıyla korunmuş olmasına rağmen Hz. Peygamber dahi günahın hesabını yapmadan sürekli tövbe etmesi, bizim için en ideal örnektir. Ve Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de ibadete devam etmeleri durumunda, kullarının günahlarını sileceğini vaat etmektedir.  Gelinen son noktada, insanın her durumda ve şartta Allah'a sığınması, salih amel işleyenlerden olmaya çalışarak kulluk görevlerini yerine getirmesi,  ve her halükarda çokça tövbe etmesi kurtuluşa vesiledir...

 

Şeytan ise insanı tövbeden uzaklaştırmak ister, ki o tuzaklar kurar ve kurduğu tuzakların ardından da insana "kirlendin, şimdi namazdan ve diğer ibadetlerden uzak dur! Bir kere düştün, artık daha fazlasını yapsan da bir şey değişmeyecektir"i telkin ederek, mesafenin açılması için uğraşır. Çünkü o isyanında (secde emrine uymayışında) asla kendini hatalı görmemiş, "beni saptırışına yemin ederim ki..." diyerek meydan okumuş ve Allah'ın kullarını emredilen yoldan uzaklaştırmayı kendine vazife edinmiştir. Bu bağlamda şeytanın cazibesini bitirmenin, onu iddiasında haksız çıkararak sırtını yere getirmenin de yoludur ‘tövbe'...

 


Müslim Tövbe 11, Cilt IV, Hadis no: 2016>

"Eğer siz  günah işlememiş olsaydınız Allah sizi yok eder, başka bir kavim getirir, onlar günah işlerler, günahlarının bağışlanmasını Allah'tan isterler, Allah da onları bağışlar."

Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi, İbrahim Canan, Cilt 6, Sa:355, (Hadis No: 1682)>

"Mü'min Allah indindeki ikabı bilseydi cennetten ümidini keserdi. Eğer kafir Allah'ın Rahmetini bilseydi cennetten ümidini kesmezdi."

 

Yorum yazabilirsiniz.

Yorumlarınız onaydan sonra yayınlanacak olup eposta adresiniz sitede görünmeyecektir. Lütfen hakaret içeren sözler yazmayınız.
0.007 sn.