Listeye Dön
tanıtım foto

Kwai Köprüsü

 

Birkaç ay kadar önce "The Bridge on the River of Kwai" (Kwai Köprüsü) filmini izlemiştim. İngiliz askerlerinin bir Japon kampındaki esaretlerini konu olan bu film beni anlaşılmadık bir şekilde etkilemişti. Nedendir bilmem, filmde sanki hayata dair önemli mesajlar veriliyormuş hissi uyanmıştı bende. Filmi bu gözle izlemiş ve mesajları anlamaya çalışmıştım. Filmin konusu özetle şöyleydi:

 

Bir bölük İngiliz askeri savaş sırasında japonlara esir düşerler. Esir bulunanlar arasında yüksek rütbeli bir komutan, subaylar ve yüzlerce er vardır. Esir düşen bölük Kwai nehrinin üzerine yapılacak olan tren yolu köprüsü inşaatında çalıştırılmak üzere Japon kampına gönderilirler. Köprünün bir ay içinde tamamlanması gerekmektedir, çünkü köprü hariç geri kalan yol tamamlanmıştır ve bir ay sonra bu hattan çok önemli bir tren geçecektir. Japonlar ise bu görevin yerine getirilmesi için zalim ve despot bir komutanı görevlendirmişlerdir.

 

Kampa getirildiklerinde İngiliz komutan Japon komutanına Savaş Esirleri hakkındaki anlaşmayı gösterir ve bu anlaşmaya uyulmasını ister. Bu anlaşmaya göre subayların çalıştırılamaması, yaralı ve hastaların revirde yatırılması ve askerlere düzgün muamele edilmesi gerekmektedir. Ancak Japon komutan hiç oralı olmaz, önce anlaşmayı İngiliz komutanın suratına fılatır ve İngiliz komutanına subayları ile birlikte çalışmalarını emreder. Fakat İngiliz komutan bunu şiddetle reddeder. Bunun üzerine İngiliz komutanı kampın ortasında, köpek kulubesi kadar küçük ve güneş altında fırın gibi ısınan bir hücreye kapattırır.

 

kwai-commanderKöprünün tamamlanması için çok az süre kalmıştır, ancak İngiliz askerler kendilerine ve komutanlarına yapılan zulümden dolayı oldukça yavaş ve isteksiz çalışmaktadırlar ve inşaat bir türlü yetişmez. Japon komutan İngiliz komutandan askerlerine doğru düzgün çalışmaları için emir vermesini ister ve eğer vermezse yaralıları da çalıştırtacağını söyler. İngiliz komutan ise günlerdir aç susuz hücrede olduğu halde ve yaralıların durumlarının çok ağır olmasına rağmen taviz vermez. Bu esnada henüz bitmemiş olan köprünün yapılan kısmı yıkılır, buna çok sinirlenen Japon komutan inşaatin başına geçer ve yönetimi bizzat kendisi yapar. Ancak onun çabaları da sonuç vermez. İngiliz askerlere ise zarar veremez çünkü her adama ihtiyaç vardır. Japon komutan çaresiz bir şekilde İngiliz komutanı hücresinden çıkarttırır ve odasına davet eder.

 

Japon komutan çaresizlik ve ümitsizlik içinde İngiliz komutandan yardım ister, İngiliz komutan ise ona yardım edebileceğini fakat bazı şartları olduğunu söyler. Sonuç olarak Japon komutan şartları kabul etmek zorunda kalır. Bu şartlara göre subaylar çalıştıtılmayacak, askerlere daha fazla yemek verilecek, en ufak rahatsızlığı olanlar dahi revire yatırılacak, komuta ve inşaatin yönetimi İngilizlere verilecektir. Kozlar eline geçen İngiliz komutan artık her istediğini yaptırabilmektedir. Askerleri ile görüşen komutan onlardan İngilizlere yakışır bir köprü inşaa etmelerini ister.

 

Askerler canla başla çalışırlar ve köprü zamanında tamamlanır, İngiliz askerler ise rahat içinde köprünün tamamlanmasını kampta kutlamaktadırlar! Fakat bu sırada haberdar olmadıkları birşey vardır, İngiliz ordusu stratejik önemi büyük olan bu köprüyü havaya uçurmak için bir ekibi bölgeye göndermiştir. Bu ekip trenin geçmesinden önceki gece köprüye bombaları yerleştirir ve gizlenerek trenin gelmesini beklerler.

kwai koprusu

İngiliz komutan yaptıkları köprüden dolayı gurur duymaktadır ve trenin gelmesine yakın, köprüyü kontrole çıkar. Bu sırada köprüye yerleştirilen bombayı görür, bir anda panik olur ve bombanın patlatılmasını engellemek için kabloları takip etmeye başlar. Japon askerler ve bombacı ekip arasında çatışma çıkar, bombayı patlatacak olan kişi öldürülür ancak çatışma esnasında İngiliz komutan vurulur ve bombayı patlatacak olan düzeneğin üstüne düşer. Tren köprüye varmıştır ve komutanın üstüne düşmesiyle bomba patlar. Tren de, köprü de sulara gömülür, komutan ise kendi yaptığı köprüyü kurtarmaya çalışayım derken havaya uçurarak ilginç bir şekilde can vermiştir. Film böylece sona erer.

 

Filmde beni en çok etkileyen İngiliz komutanın gösterdiği davranışı olmuştu. Hayret ve ibret verici bu davranış aynı zamanda bende hayranlık uyandırmıştı. Komutanın hiçbir şekilde inandıklarından taviz vermeyişi ve sonunda amacına fazlasıyla ulaşması inancın gücünü gösteriyordu.

 

Filmi izlerken kendimi komutanın yerine koymuştum, inandığım şeylerden vazgeçmem istense ve o hücrede işkence görsem ne yapardım, ya da diğer insanlar ne yapardı diye düşündüm. Sanırım pek çoğumuz her zaman yaptığımız gibi "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" der ve paçayı kurtarmaya bakardık. Ama o hayran olduğum komutan kendisine yapılan işkenceler karşısında yılmamıştı, ölmeyi taviz vermeye tercih etmişti. Daha sonra karşısına daha büyük bir imtihan! çıktı: yaralıların çalıştırılması - yani başkalarının onun inadı yüzünden zarar görmesi. İşte dedim bu noktada ben olsam kesin vazgeçerdim inadımdan, ancak o yine vazgeçmemişti. Şaşırarak izlemeye devam ettim filmi, kendi askerlerini savunmak uğruna onların zarar görmelerine izin verişi manasız gelmişti bana. Çok geçmeden onun da sebebi ortaya çıktı. İnandığı şeyden taviz vermeyen komutan inandıklarına fazlasıyla kavuşmuştu. Artık askerler olabileceğinden daha da rahattı. Musibet gitmiş yerini rahatlık ve ferahlığa bırakmıştı. Komutana olan hayranlığım ise daha da artmıştı. İşte ideal insan böyle olmalı diye geçirdim içimden. İngiliz komutanın gösterdiği dirayetle zulmü ve zorlukları yenişi, hayatımda karşılaştığım zorluklar karşısında inandıklarıma sımsıkı sarılmam ve her ne pahasına olursa olsun onlardan taviz vermemem gerektiğini öğretmişti bana. Çünkü ancak bu şekilde hedefime ulaşır ve karşılaştığım zorlukları aşabilirdim.

 

Kafamda komutanı ideal karakterli insan olarak tanımlamış olarak filmi izlemeye devam etmiştim. Ancak film beklemediğim bir şekilde cereyan etmeye başlamıştı. Komutan ve askerleri köprüyü tamamlamışlardı ve bunu kutluyorlardı, düşman için bir köprü yapıp bunu kutlamaları biraz garibime gittiyse de daha sonra ortaya güzel bir eser koymanın, yaptıkları işi hakkıyla yapmanın ve nasıl olsa yapılacak bir işi yapmış olmanın haklı heyecanını yaşadıklarını düşünerek onlara hak vermiştim. Ancak filmin bitiş sahnesi kafamdaki her şeyi darmadağın etmişti, komutan düşman köprüsünün havaya uçurulmaması için kendi ülkesinin gönderdiği ekiple çatışıyordu, ve filmin en sonunda trajik bir şekilde çatışma esnasında vuruluyor ve düşerken bombanın üzerine düşerek can veriyordu. Düşme esnasındaki darbeden dolayı patlayan bomba ise hem köprüyü hem de treni sulara gömüyordu. Komutanın köprünün havaya uçurulmasını engellemek isterken, bombanın patlamasına sebep oluşu ve bunun ölümüyle birlikte gerçekleşmesi çok şaşırtmıştı beni. Kafamdaki ideal insan düşüncesinin yerini endişe almıştı, komutan bu filmde niye trajik bir şekilde ölmüştü, bunda nasıl bir mesaj vardı?

 

Yazının başında da belirttiğim gibi bu filmde hayat namına bazı mesajlar olduğu hissine kapılmıştım ve bu son mesajı anlayamıyordum. Yoksa Allah "Bak bu adam gibi olursan sonun böyle olur, kendi yaptığını da kendin yıkarsın ve sen de mahvolursun!" mu demek istiyordu?

 

Filme başından beri mesaj gözüyle baktığım için bu son olay beni çok şaşırtmıştı ve hayal kırıklığına uğratmıştı. Çok düşünmüş ama bir türlü çözememiştim. Hani bazen çözemediğiniz konuları aklınızın bir köşesine atarsınız ve onu tekrar gündeme gelene kadar orada unutursunuz ya, işte öyle de belki bir gün çözülür umuduyla bu filmi aklımın bir köşesine atmıştım. Ve bu yazıyı yazmaya başladığım akşam, birden bire, hem de hiç düşünmezken çözülüverdi kafamda.

 

Dünyevi sıkıntılarla boğuşuyordum ve yılmak üzereydim, tam tökezleyeceğim derken Allah bu mesajın anlamını ve bununla birlikte sıkıntılara bir çıkış yolu nasib etti. İngiliz komutanın yaptıkları aklıma geldi, inandığı şeyden taviz vermiyordu ve haklıydı ama onun asli bir vazifesi vardı o bir İngiliz kumandanıydı!!! Güzel ve samimi bir iş yapmıştı ama yaptığı iş onu öylesine gururlanmıştı ki, gözü ondan başka birşey görmüyordu. Kibir, gurur ve kendini beğenmesi onun gözlerini köreltti. Asıl vazifesini unutturdu, düşmanına hizmet eder duruma düşürdü ve sonuç olarak hem yaptığı şey mahvoldu, hem de kibiri yüzünden kendisi helak oldu. Hem de Allah bunları öyle bir denk getirdi ki kendi sonu kendi eliyle oldu. Bu ibret verici ve tüyler ürpertici bir sonuçtu, herşey apaçık ortadaydı.

 

Filmden çıkan mesaj şuydu:
"Yaptığın işlerde ve hayatında samimi ol, inan ve inandıklarından taviz verme. Sana ve etrafına sıkıntılar gelecektir ama sabredersen bu sıkıntıların sonunda umulmadık bir ferahlık vardır.
Ancak dikkat et! Eğer hataya düşüp de kendi yaptıklarına hayran olursan, gurur ve kibirin yüzünden aslî vazifeni unutursan sen de, yaptıkların da, senin sandıkların da helak olursunuz!!!"

 

Bu filmdeki olayların gerçeğe uygunluğunu ve mesajın doğruluğunu Hz. Peygamberden ve Sâd suresinden anlamak mümkündü, şöyle ki:

 

Peygamber efendimiz ve arkadaşları samimiydiler ve inandıklarından asla taviz vermemişlerdi. Canları, malları, aileleri ve evleri ile imtihan edilmiş, sıkıntıya düşmüş, yılmamış ve sonunda kurtuluşa, rahatlığa ermişlerdi. Hem dünyada hem ahirette iyiliklere muhatap olmuş ve ebedî saadete kavuşmuşlardı. Bu inancından taviz vermeyenlerin başarısını gösteriyordu.

 

Sâd suresinde ise kibirlenip Hz. Adem' e secde etmeyen şeytanın lanetlenişi 1 ve Hz. Süleyman (a.s) ' nin kıssası anlatılıyordu: 2

 

Bu kıssada anlatıldığına göre Hz. Süleyman (a.s)' nin ihtişamlı koşu atları vardır ve Hz. Süleyman (a.s) bir akşam üstü at binerken yapması gereken bir ibadeti kaçırır. Bunun üzerine çok üzülür ve atlarını kurban eder. Oysa Allah (c.c)' nin  beklediği bu değildir. Sanki Hz. Süleyman (a.s)'a problemin atlar değil, kendi nefsi, kurban etmesi gereken şeyin de atlar değil, nefsinin ibadetten alıkoyan talepleri olduğu ihtar ediliyor gibidir. Hz. Süleyman (a.s) ise hatasını anlar ve şöyle dua eder: "Rabbim! Beni bağışla ve bana, ardımdan hiç kimseye yaraşmayacak bir saltanat ver. Kuşkusuz Sensin Sen o çok lütufkâr." 3

 

Bu dua kabul edilir ve Hz. Süleyman (a.s)' a istediğinden fazlası verilir. Kendisine tüm zamanların en büyük saltanatı, emrine rüzgarlar, kuşlar, karıncalar, cinler, hava ve hatta şeytanlar verilir. Sâd suresinden çıkacak ders ise şudur, şeytan ya da kafirler gibi gurulanıp kibirlenirsek sonumuz helakettir, Hz. Süleyman (a.s) gibi mal ve mülk içindeyken dahi kim olduğumuzu ve aslî vazifemizi unutmaz isek Allah (c.c) bize istediğimizden de fazlasını verecektir...

 

Cemal Karabel


1 Sâd suresi ayet 71-76

2 Sâd suresi ayet 30-40

3 Sâd Suresi

 

 

 

 

0.055 sn.