• A
  • A
31.07.2010
Ayrıntı

Öyle bir geçer zaman ki...

Bir sayfadan diğer sayfaya geçiş kadar hızlı geçiyor zaman. Daha birinin gelişine alışamadan, ardı sıra gelen mevsimi karşılamanın telaşına koyuluyoruz. Hayatın peşinden koşarken, hızımıza eşlik eden zaman getirdikleri ile birlikte tükenip gidiyor, ertesi gün tekrar başlamasına rağmen. Görünüşte bitmez, tükenmez bir izlenim bıraksa da çoğu zaman ters köşe yapan bir kavramdır zaman. Çünkü sonludur ve kısıtlıdır. Örneğin bir sınavın süresi 2 saat 15 dakikadır. Bir başlangıcı ve bitişi vardır. Dolayısıyla zaman bu anlamda bitmez, tükenmez değildir. Aksine an gelir tükenir...

 

Böylesine soyut bir kavramın farklı algılanışları ve yansımaları olması kaçınılmazdır. Kimine göre zaman, sabah işe girişle başlayan ve akşam işten çıkışla biten yorucu bir süreçtir. Kimine göre ise dünya hayatı ile ahret hayatı arasındaki sürenin tamamlanması ile sonsuzluğa bürünecek daha geniş kapsamlı bir kavramdır. Zira zamana dair her şeyin önemini yitirdiği bir yerde süreç içeren bir kavramdan söz etmek mümkün değildir. Ve her şey öyle hızlıdır ki, zamandan bile daha hızlı... İşte zamana dair bu farklı algılamalardır onu sonlu veya sonsuz yapan, sınırlayan ya da yayan. Dolayısıyla bize görmek istediğimiz yerden bakmaktadır. Sadece beyhude geçirilen, kıymeti olmayan bir boşluk mu yoksa vakit nakittir sözündeki gibi gayet kıymettar ve telafisi güç bir olgu mudur?

 

Öyleyse, kullanıcısına göre şekillenen zaman mefhumuna insanın dünya hayatında daha fazla ihtiyacı olduğu ortadır. Doğmak, büyümek ve yaşlanmak için zamana ihtiyaç vardır. Her şey vakti geldiğinde hayatımıza dâhil olmaktadır ya da olmamaktadır. Ne bir dakika önce, ne bir dakika sonra... Anın öncesini ya da sonrasını yaşama şansımız kat-i suretle yoktur. Dolayısıyla bize ayrılan sürenin kıymetli olduğunu bilmekte fayda vardır. Dünya hayatı içerisinde dâhil olduğumuz imtihanın süresi her ne kadar belli olmasa da, ölüm bu belirsizliği ortadan kaldırır. Sürenin bittiğini ve artık kalemlerin bırakılması gerektiğini işaret eder. Ölüm bu anlamda zaman kavramını yerle bir etmektedir. Hiç şüphe yoktur ki bu zaman dilimi içinde yaptıklarımızdan ve yapmadıklarımızdan, daha doğrusu süreyi nasıl kullandığımızdan ötürü bir sorgulama söz konusudur.

 

Elbette, yerine getirmemiz gereken bir takım işler için tanınmıştır bu süre bizlere. Ve beraberinde bunu anlamlı kılan bazı güzellikler... Zamanı beşe bölerek ömürdeki her bir dakikanın kıymetini an ve an bize yaşatan, yokluğu halinde anın kıymeti olmayan namazdır bunların baş tacı. Fiili ve sözlü her aşamasında O'na biraz daha yaklaştıran, şükrü yerine getirmemizi sağlayan ve Allah ile kul arasındaki en sıkı bağı kuran namaz... Hayatın her hal u karda geçip giden demlerini yaradılış maksadımıza uygun olarak yaşamamızı temin eden namaz... Namaz kere namaz... Bunca güzelliği ve hoşluğu olan namazı mümkün müdür bir ömür terk etmek ve ondan uzakta olmak. Ve mümkün müdür son nefesinde dahi "Namazınızı kılın" diyen Efendimizin sözünü yabana atmak. İçinden gelen şu sese hâkim olamıyor insan bu sözü duyduktan sonra. "Böylesine bir nimet sunulmuş ve kurtuluş yolu gösterilmişken gelin Efendimizin sözüne kulak verelim ve geçen her bir günümüzün şükrünü namazla artıralım. Artıralım ki dönüp baktığımızda onca zaman geçti ama nasıl geçti anlamadım" demeyelim. Namazla anlayalım, anlamlanalım.

 

Hayatımıza namazı entegre ettiğimiz zaman pişmanlık içeren sözlerin kalmadığını, geçmişe dönük hesapların daha kârlı hale geldiğini ve artı verdiğimizi görelim. Çünkü namaz birden fazla veçhesiyle içinde hali hazırda kârı barındırmaktadır. Ve bundan olsa gerek her gün ve belli saatlerde yapılması farz kılınmıştır. Hayatın içine yerleştirilmiştir ki o olmadan "hayat" bulamayacağımız anlaşılsın istenmiştir. Dönüp gitmek yerine koşar adımlarla kıbleye yönelmemiz ve secdede kendimizi bulmamız amaçlanmıştır. Çünkü O'na götüren bir şeyler olmalıdır şu fani-i dünyada, bir şekilde kendimizi ifadenin ve halimizi arz etmenin bir yolu. Kendisine gelmemizi isteyen ve bunun yolunu gösteren Azze ve Celle namazı emretmiştir. "Şüphesiz ben Allah'ım, benden başka hiçbir ilah yoktur. Onun için bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl" (Tâhâ/14) diyerek müracaatın doğrudan kendisine yapılmasını ve bunun en etkili yollarından birinin namaz olduğunu bildirmiştir.

 

Böylesine güçlü bir yol göstericinin ardından gitmemek, ömrün herhangi bir deminde tek bir vaktini dahi kaçırmak kayıpların en büyüğü ve en acısı olmaz mı? Nasıl ki hayatımızın belli başlı olmazsa olmazları vardır, aslında namazdır en olmazsa olmazımız. Efendimize miraçta hediye edilen ve "İki gözümün nuru" dediği namaz...

 

0.006 sn.