• A
  • A
17.02.2011
Öykü

Aşk ve Kader Üzerine Bir Masal

Yazmak mı okumak mı? İki gündür bu soru kafamın içinde dönüp duruyor. Yazmak istiyorum ama nedense kitaplar daha çekici geliyor ve bir bakıyorum yine bir kitap elimde bir köşeye çekilmişim. Evin her köşesi bir kitap zaten. Yer değil adeta kitap değiştiriyorum, oda değil konu değiştiriyorum. Yan odaya epeydir gitmedim. Benim masal odama. Orası bütün dünya masallarını biriktirdiğim bir yer. Ülke ülke kitaplar dizili. Yurt dışına giden arkadaşlara masal kitabı getirin diyorum bana... Resimli okul öncesi kitaplarımı da çok seviyorum. Okuma bilmeyen bir çocuk gibi resimlerine bakıyorum uzun uzun, anlamaya çalışıyorum, kendi masalımı kendime anlatıyorum resimlere bakarak...

 

Hayat, başımıza gelenler mi? Yoksa yazdığımız bir hikaye mi? Gazetelerden birinde bir köşe yazısının başlığıydı bu... Kadın yazarımız yazısının sonunu da "Hayat hikayesi diye bir şey yok, o bizzat bizim yazdığımız bir hikaye"diyerek tamamlıyordu. Sonunu okuyunca gülümsedim çünkü yazarın içinde olduğu ruh halini anlamıştım. Benim de birkaç sene öncesine kadar inandığım bir şeydi bu. Tam olarak söylemek gerekirse 2 yıl 5 ay öncesine kadar. Öyle ya, insan kendi hayatının kontrolünü elinde tutmalı ve her şeyi ona göre planlamalıdır. Yapılması gerekenleri yaptığında işlerin yolunda gitmemesi için hiçbir sebep olamaz, değil mi?

 

Siz öyle olmadığını biliyorsunuz ama ya bilmeyenler onlara da anlatmak gerek. Ah neden bazı şeyleri anlamak için mutlaka yaşanması gerekiyor... Madem masallardan bahsettik yazının başında ve madem ki bazılarına göre "hayat, yazdığımız bir hikaye" o zaman ben de bir masal anlatayım size.

 

" Bir varmış bir yokmuş. Dünya denilen gezegende insan denilen canlılar yaşarlarmış. Kadın ve erkeklerden oluşan bu canlılar büyük topluluklar halinde yaşarlarmış. Her bir topluluk kendisine farklı isimler verir ve çok özel olduklarına inanırlarmış. Türk, Arap, Fars, Yahudi, Alman, İngiliz bu liste uzayıp gidermiş. Hangisiyle konuşursanız en güzelinin, en akıllının en cesurunun kendi ırkları olduğunu anlatır ve buna inanmanızı isterlermiş sizden. "Ama aslında düşününce ve sizlere şöyle tarafsızca bakınca öyle bir fark göremiyorum " demeye sakın kalkmayın hemen "Biz düşünmeni değil sadece inanmanı istiyoruz" diye cevap verirlermiş hiddetle. Başlarındaki yöneticilerde bunu destekler ve aslında aralarında bir fark olmadığını anlamalarına engel olmak için sınırlar çizerlermiş. Bir ırk diğer ırkla görüşmesin bir araya gelmesin diye de silahlı askerler dikerlermiş sınırlara.

 

Ama nasıl güneşin doğmasına engel olamıyorlarsa bütün çabalarına rağmen insanların arada sınırlar olmasına rağmen birbirlerini tanımalarına da engel olamıyorlarmış. Hele işin içine aşk girince bütün sınırlar kağıttan kuleler gibi yıkılıveriyormuş. İşte masalımızın kahramanı Prens ve Prensesimiz de farklı ülkelerden olmalarına rağmen bir gün tanışmışlar ve birbirleri için yaratıldıklarına inanıp evlenmişler. Birbirlerini o kadar güzel tamamlıyorlarmış ki hiç yabancılık çekmemişler. Başlangıçta her şey çok güzelmiş. Prensesin ülkesinde yaşıyorlarmış ve prenses her şeyin masallardaki gibi olması için çok uğraşıyormuş. Doğacak çocuklarının adını bile belirlemiş. Hamile değilmiş ama nasılsa olacakmış! Zaten yaşadıkları bir masal olduğuna göre kötü bitemezmiş. Ama bütün masallarda olduğu gibi bizim masalımızda da kötü birilerinin ortaya çıkması gerektiği için öyle de olmuş. Peri kılığına bürünmüş bir cadı saraylarına gelmiş ve "Prens artık seni sevmiyor"demiş. Prenses tabii ki inanmamış ama prense yine de sormuş. Prens gülmüş ve önce hiçbir şey şöylememiş. Zaten çok az konuşan birisiymiş. Prenses ise tersine cevaplara çok meraklıymış bu nedenle hep soru sorup dururmuş. Ona göre bütün soruların bir cevabının olması gerekirmiş. Ama bu sefer öyle olmamış. Hayatında ilk kez cevabını alamadığı bir soruyla karşı karşıya kalmış. Çok üzülmüş prenses ve üzüntüsünden günden güne erimeye başlamış. Onun bu haline dayanamayan prens ise eline kalemi almış ve bir yazı yazarak prensese vermiş yine tek kelime söylemeden. Prens yazısında prensesten kendisine Aşk'ı tarif etmesini istiyormuş. Prenses önce şaşırmış, çok düşünmüş ama prensin ne istediğini bir türlü anlamayınca  "Vezir"den yardım istemeye karar vermiş. Bir bir her şeyi anlattığı vezir de düşünmek için zaman isteyerek prensesin huzurundan ayrılmış.

 

Vezirin çok büyük bir kütüphanesi varmış. O kadar büyükmüş ki yer kürede bir eşinin daha olmadığı söylenirmiş. Gurur duyarmış vezir kitaplarıyla her birini de çocuğu gibi severmiş. Ama kitapları arasında öyle bir kitap varmış ki paha biçilmezmiş. Konuşan bir kitapmış bu. Dünya üzerindeki bütün bilgilere sahip olduğundan ona sorulan sorulara da hemen cevap verirmiş.

 

Vezir de öyle yapmış zaten. Aşk nedir? diye sormuş, o her şeyi bilen değerli kitabına. Kısa bir sessizliğin ardından kitap konuşmaya başlamış.

 

"Sen neyi sorduğunun farkında mısın? Ya da bu soruyu soran gerçekten sen misin? Çünkü sorduğun sorunun cevabı tek değil. Bu soruyu kimin sorduğuna, niçin sorduğuna, hangi amaçla ve nerede sorduğuna göre cevabı da farklı olacaktır. Ben ki şimdiye kadar dünya üzerinde yazılmış ve yazılmakta olan bütün kitapların toplamıyım sana vereceğim cevabı anlayabileceğinden emin değilim. Ama yorum değil olanı söylemek benim görevim. O zaman dikkatle dinle: Aşk, kimine göre var olmanın anlamı, kimine göre isteyerek yok olmanın; Aşk, her sorunun çaresi veya çaresizliğin ta kendisi; Aşk, umudun diğer adı aynı zamanda umutsuzluğun; Aşk hem güç hem güçsüzlük; Aşk, inanılmaz bir mutluluk veya tarifsiz bir acı; Aşk, hiç olmadığın kadar sağlıklı hissetmek veya hastalığın hatta deliliğin dipsiz kuyularında gezinmek.

 

Bilge kitap bir an susmuş sonra tekrar başlamış konuşmaya: " Kimine göre aşk iki insan arasında yaşanan  bir ruh dalgalanması, şiddetli bir gel-git... Kalıcı olup olmadığı ise o kasırga dindiğinde geride ne kaldığıyla ilgili. Denir ki sevgi veya şefkat ise ortaya çıkan ve iki tarafın da istediği buysa ne mutlu ama beklentiler farklılaşmışsa işte orda yaşananları kelimelerle anlatmak zor olacaktır çünkü bu durumu yaşayan herkesin kelimesi farklı olacaktır.  "Kelime" Arapça "Klm" kökünden gelir ve bu kökün "yara" anlamını verdiğini  söylerler. Yani artık anlatılan da bir anlamda yürekte açılan yaranın dışa çıkarılmasıdır. Yazılan o milyonlarca kitapta aslında bu serüvenin hikayesidir. İnsanın kendini ve kainatı aşkın üzerinden anlama çabasının kelimelerle ifadesi. Kimi bu serüveni insanda başlayıp insanda bitirir, kimi yolculuğa hep devam eder çünkü cevap değil sorudur önemli olan onun için, kiminin ise beşerde başladığı serüven Leyla ile Mecnun'un hikayesinde olduğu gibi Allah'ın varlığında yok olarak tamamlanır.

 

Ey Vezir! diye seslenmiş bilgeliğin kitabı "Başkalarının kelimeleriyle Aşk'ı anlayamazsın. Herkes yaşadıklarıyla kendi tanımını kendisi yapar. O nedenledir ki aşkı anlatan onca kitabın hiç biri diğerine benzemediği gibi okuyan herkesin de kendi payına çıkardığı sonuç aynı olmamıştır. Şimdi git sana bu soruyu sordurana de ki: Eğer bir insan aşk nedir diye soruyorsa ya aşık değildir ya da karşısındakinin aşkı bilmediğini anlatmaya çalışıyordur."

 

Vezirin anlattıklarını dinleyen prenses ne diyeceğini bilemez. Çünkü o prensin aşkını sorgularken şimdi roller değişmiş belki de asıl bu soruya cevap vermesi gerekenin kendisi olduğu söylenmiştir.  Prenses soruyu o zaman kendisine sorar, sahi kendisi aşık mıdır? Ama fark eder ki cevabı bilmiyor. Çünkü Kral babası ve Kraliçe annesi onu aşık olmak değil aşık olunmak üzere yetiştirmiştir. Canı sıkılır prensesin ve o öfkeyle veziri tekrar huzuruna çağırarak bu sefer başka bir soru sorar ona; "Prense aşık olmak istiyorum, bunu nasıl sağlayabilirim çabuk bunun cevabını ver bana."

 

Prensesin isteğini  vezirden dinleyen bilge kitap gülmüş ve sonra demiş ki: "Aşık olmak insanın elinde değildir. Ya aşıksındır ya değil... Yüreğinin kime aşık olacağını belirleyemeyeceğin gibi aşık olmayı istiyorum diyerek aşık da olamazsın. Gerçekten aşıksan onu yüreğin sana söyler zaten "diyerek veziri göndermiş...

 

Prenses çaresiz bir şekilde ne yapacağını düşüne dursun prensin ülkesinde savaş çıkmış. Kral babası ordunun başına geçmesi için prensi ülkesine çağırmış. Bütün hazırlıklar tamamlandığında  prenses ile vedalaşmak için yanına giden prens, prensesin elini tutmuş ve gözlerinin içine bakmış ve "Endişeli olduğunu biliyorum ama söz veriyorum döndüğümde her şey düzelecek " demiş.

 

Prenses çok mutlu olmuş ve heyecanla prensin dönüşünü beklemeye başlamış ama olmamış. Prens dönmemiş, dönememiş. Onun yerine prenses gitmek zorunda kalmış komşu ülkeye, prensi son kez gömülmeden önce görmek için. Olanlara hala inanamayan prenses bir yandan prensin tabutuna bakarken bir yandan da masallarda prensler ölmez ki diye düşünüyormuş. İçinde tarif edilemez bir acı varmış.  Prenses, vezirin kendisine ilettiği sözlerin ne anlama geldiğini ilk kez çok derininde hissetmiş. Ama dile getirememiş... Çünkü o kelimeleri dinlemek isteyen prens artık kendisini duyamazmış..."

 

Türkiye'de masallarda sona gelindiğinde hep gökten 3 elma düşer. Ama bu sefer bu elmalar düşmemiş. Çünkü masala çevrilmiş bu hayat hikayesinin bir bölümünü size aktaran, masalın yazarının kendisi olmadığını çok iyi bildiğinden bitirenin de kendisi olamayacağının farkındaymış. Onun yerine son söz olarak "Benden selam olsun bütün Kader'e iman edenlere" demiş.

 

Yorum yazabilirsiniz.

Yorumlarınız onaydan sonra yayınlanacak olup eposta adresiniz sitede görünmeyecektir. Lütfen hakaret içeren sözler yazmayınız.
Feyza Demir 15.10.2020 00:00:00 civarında dedi ki:
Ahhh farklı ülkelerde yaşayan Prens ve Prensesler belki bir gün yolları birleşir ve birbirlerinin ülkeleri olurlar.
0.007 sn.