Zaman çizgisinde,
birbiri ardınca kurşuna dizilirken saniyeler,
anımsayabiliyorum o zamanları.
Soruları ve bulduklarımı,
o anlaşılmaz girdapları...
Bu ben miyim?
Haydi! Kaldır ellerini!
Bak! Neler göreceksin bebeğim?
Başarabilir misin,
kendi ayaklarının üzerinde durmayı?
Dayanabilir misin,
sınırsız özgürlüğün dondurucu soğukluğuna?
Çıldırtan sıcaklığına baskıların,
katlanır mısın?
Veya boyun eğmişliğinin,
ezilirken altında..
kaldırabilir misin,
alışkanlıkların kahreden ağırlığını?
Delebilir misin,
karadeliğin yutucu karanlığını?
Boğulup gitmek üzereyken,
egonun batağında...
Ya da
başkaldırarak karanlığa,
çevrendeki kışır kof kafesleri,
parçalayabilir misin,
özündeki aydınlığa uzatarak ellerini?..
Yeter bebek!
Altın kaplama bakır kafeslerde,
kan rengi hayallerle otururken,
aydınlıklara gitmeyi düşlemek!
Yaklaşan korkunç bir fırtına,
delirten bir eroin krizi..
ve çıldırtır!
Çıldırtır çaresizce beklemek...
Kahreden bir sevgi,
yok etti tüm uyuşturucuları
ve tüm o süslü boş hayalleri,
duyumsanan tüm acılar şimdi,
samimi ve gerçek!..
Saklı Şiirler
8 Kasım 1991, İstanbul