Listeye Dön
tanıtım foto

Mesnevî

Kitabın Yazarı: Mevlânâ Celaleddîni Rûmî

Yazılış Tarihi: MS 13. yy

"Yaklaşık 7-8 asırdır yalnızca islam alemi tarafından değil, tüm dünya tarafından okunan ve bilinen bir kitabın nesini tanıtacaksın?" diyenleriniz olabilir belki. Ama bu kitap hakkında birşeyler söylemem lazım, borçluyum zira...

Bundan 7-8 yıl kadar önce mesnevi müellifi Mevlânâ'dan rivayet bir söz duymuş, irkilmiştim. Duyduğum o söz peygamberler hakkındaydı ve "Onlar kıyıda otururlarken, biz denizde yüzüyorduk!" mealindeydi. Tasavvuf çizgisinde yol alan aşıkların nazlarını ve şatahat nevinden sözlerini bilirim. Ama seçilmişlerin en seçkinleri olanlar hakkındaki bu sözü, yakıştıramamıştım gerek Mevlânâ gibi birine, gerekse tasavvufa.

Bir kaç yıl tasavvufun ileri gelenlerinin eserlerini okuma arzusu ruhumda yoğunlaştı. Ama yanlış anlaşıldığımı düşündüğüm bir seminerden ve yine aynı döneme denk gelen bir TV programı tartışmasından sonra kalbimde yine aynı yöne doğru bir öfke hissettim. Biriken o okuma arzusunu ise, o halet-i ruhiye içerisinde konuyu yanlış anlama endişesiyle erteledim. O arzu da zamanın tesiriyle yıprandı ve üzeri örtülerek kapandı gitti...

Aradan yıllar geçtikten sonra bu siteyi oluşturmak nasip oldu. Dahar önce almış olduğum Mesnevî tercümesini, bazı sözlerini seçerek sitenin 'Saklı Sözler' bölümüne koymak için elime aldım. Ancak okumadığım bir kitaptan söz seçerek nakletmekten rahatsız oldum, mertçe gelmedi bana. Kitabı tamamen okuduktan sonra böyle bir seçim yapmanın daha uygun, o kitabın sahibinin hakkını edâ etmek açısından daha münasip olduğuna karar verdim ve kitabı okumaya başladım.

Daha ilk sayfasında önümdeki kitabın müellifinin herhangi biri olmadığını, önümdeki kitabın ise herhangi sözlerden ibaret bulunmadığını zerrelerime kadar hissettim diyebilirim. 

Öncelikle çok aşina olduğum bir gerçek kitabın hemen her tarafında hissediliyordu. Dünya hayatı bir uykuydu Mevlânâ'ya göre, biz ise uyku sarhoşluğunun tesiriyle, uykuda olduğunu fark etmek bir yana, ayık zannediyorduk kendimizi ve böylece hayatı telef ediyorduk. Öyleyse bu yattığımız ölüm uykusundan uyanmamız, yani uyandırılmamız gerekiyordu; işte Mevlânâ'nın tüm gayreti bunun içindi. Bizi, yani şu uyurgezer biçareleri tümüyle ürkütüp uykunun en derin yerine yuvarlamamak içinse masallar, hikayelerle hafifletmişti anlatmak istediği konuları. Masaldan gerçeğe, gerçekten masala geçip duruyordu tüm kitap boyunca; ben ise mahcup, şaşkın ve hayrandım.

Yine Mevlana'ya göre burası bir ceza ya da mükafat yeri değildi; bu hayata dair dualara ve beddualara karşılık gök kubbenin çoğu zaman sessiz kalmasının nedeni buydu, biliyordum. Uykudakilerin tasavvurunun aksine, burası asla elimize geçmeyecek imkanlarla dolu, tekrarı olmayan, tasavvur ötesi bir okuldu. Göçüp gitmeden önce eğrisiyle, doğrusuyla yapmamız gereken şeyler, almamız gereken dersler vardı.

Bu diyarın bir okul olduğunu fark etmeyince, insanın emelleri bu geçici hayatın içerisinde bir huzur arayışında düğümleniyor ve eğitim için verilen süreyi beyhude bir uğraşın içerisinde tüketiyordu. Oysa çok fani ve çok zahmetliydi burada mutluluk kurmaya çalışmak; işte daha kurarken yıkılıyordu bir yanı. Yani Mesnevî müellifi Mevlânâ'ya göre insanın bu hayata dair emelleri ve eylemleri sahildeki kumlara yazılan yazıya benziyordu. Onca çaba, bunca uğraş yapılan şey, yalnızca bir sonraki dalgayı bekliyordu silinip gitmek için.

Özetle; Bir rivayete göre "Ne olursan ol yine gel!" diyordu belki; ama Mesnevî'nin neredeyse tamamında "Aş da gel, taş da gel, geç de öyle gel!" diyordu Mevlânâ. Bu hayatın ve içerisindekilerin tüm geçiciliğine, engellerine ve sınırlarına rağmen, bir daha ele geçmeyecek büyük bir imkan sunduğunu biliyordu bu güzel insan.. eğer insan bu büyük sırrı fark edip, sınırı geçip, bendini aşıp, kendinden geçebilirse...

Çünkü aşabilme imkanı ancak engelin olduğu yerde vardır...

 

Salih Özaytürk

  

0.006 sn.