• A
  • A
09.11.2009
Eleştiri

Toplumsal Panik Atak

Bilgi paylaşımının yirmi- otuz yıl öncesine oranla yirmi- otuz bin kat hızlandığı, bunun sonucu olarak paylaşılan bilgi sayısının da çığ gibi katlandığı bir ortamda yaşıyoruz artık. Bu rakamı abartı olarak algılamamanız için küçük bir kıyaslama yeterli olacak. Sözünü ettiğim dönemde normal bir mektubun ulusal sınırlarda bir adrese ulaşması için bile iki üç gün gerekiyordu. Şimdi ise yalnızca iki - üç saniye yetiyor, artıyor bile...

Veri paylaşımındaki bu hızın ve artışın olumlu sonuçları olduğu gibi, özellikle son bir kaç yıl içerisinde son derece sakıncalı sonuçlarını da tecrübe eder olduk.

 

Nasıl mı?

 

Sağlıklı bir insanın bünyesindeki sinir sistemi, vücudun son basamaklarından gelen bilginin ancak %2'lik bir kısmını beynin gri maddesine ulaştırır. Aynı şekilde, beynin gri maddesinde oluşan duygu ve düşüncelerin ancak %2'lik bir kısmı eyleme dönüşür. Yani, tabandan gelen veriler süzülür, önem sırasına göre daha yüksek basamaklarda değerlendirilir ve mümkünse cevaplanır, ya da silinir. Düşünerek çözümlenmesi gereken küçük ama önemli bir kısım veri gri maddeye, yani düşünme merkezlerine gönderilir. Bu veriler yorumlanır, karara bağlanır ve büyük bir kısmı önemsizleşir, ancak küçük ama gerekli bir kısmı 'eylem emri' olarak yeniden tabana iletilir. Eğer vücudumuzda ve vücut içi iletişimin taşıyıcısı olan sinir sistemimizde böyle bir dereceleme ve süzme olmasaydı, yaşam çekilmez bir işkenceye dönüşebilirdi.

 

Mesela, şu ana kadar hanginiz giydiği gömleğin dokunuşunun ayrımına vararak saatlerini geçirdi? Ya da kolundaki saatin ve kordonunun...

 

Gerçek bir tehlike anında, ya da kaza durumunda, araya girmasi gereken bu süzme ve dereceleme, o olayla ilgili olarak devreden çıkar. Sinir sistemindeki ara merkezler saliseler içerisinde durumu değerlendirerek süzmeksizin beyne ulaştırır. Ya da işitme veya görme kanalıyla beyin doğrudan devreye girerek saliseler içerisinde böyle durumlar için bekletilen adrenalin gibi bir kısım acil durum hormonlarını kana salar. Vücutta neredeyse sayısız kimyasal ve fizik eylem bir arada ve bir anda gerçekleştirilir. Refleks tedbirler devreye girer ve beyindeki hücreler tümüyle, oluşacak hasarı en aza indirmek için dalgalanır. Bu durum, olay sonrasında "başımızdan aşağıya dökülen kaynar su!" hali olarak hatırlanır. Elbette ki bu durum bir hastalık hali değildir, hoşlanılmasa da olması gerekenler yaşanmıştır.

 

Oysa hastalanmış bir sinir iletişiminde bu durum durduk yerde, ya da gerçekte tehlike oluşturmayacak durumlarda yaşanmaya başlanır. İşte, vücuttaki iletişimin gereğinden fazla hızlandığı, daha doğrusu, gereksiz yere hızlandırıldığı; beyne ulaşması gereken veri miktarının bir önem-derecelemeye tabi tutulmaksızın iletildiği; beyinde oluşan duygulanımların yine süzülmeksizin tabana ulaştırıldığı durumun adıdır PANİK ATAK! Ve bu durum, tıbbi olarak bir hastalık halidir. Verilen ilaçlarla, sinir sisteminin, özellikle beyin hücrelerinin uyarılma eşiği yükseltilir ve iletişim, ara merkezlerdeki değerlendirmeyi ve derecelemeyi mümkün kılacak şekilde yavaşlatılır.

 

'Toplumsal Panik Atak'ta Medya Faktörü

 

Bir bünyede iletişim birimlerinin sağlıklı ve hastalıklı işleyişleri anlatıldığı gibidir. Peki içerisinde yaşadığımız toplumda iletişimi üstlenen medyanın durumu nedir ve nasıl olmalıdır?

 

Elbette ki sağlıklı bir medya 'bilgilendirme'den önce konuyla ilgilenmeli, toplumda meydana getireceği yansımaları dikkate alarak, abartmadan, olduğu gibi yansıtmalı ve gerekli merkezlerden konu hakkında yeterli bilgi edinerek yanında bu bilgileri de sunmalıdır. Eğer savaş gibi, ciddi bir afet gibi gerçekten hızlı hareket edilmesi gereken bir durum varsa, toplum bu durumdan habersiz kalmayarak yapması gerekenleri yapabilsin ve tedbirini alabilsin diye bilginin hızlıca iletmesinde sorun yok. Böyle bir bilgilendirmeye kim itiraz edebilir?

 

Üstelik böyle önemli bir görevi toplumda bir kurumun üstlenmesi son derece gereklidir de. Oysa günümüzün iletişim araçları, bu görevin olmazsa olmazlarından olan dürüstlük ve adalet ilkesinden uzak hareket ettiklerinden dolayı sağlıksızdırlar. Dolayısıyla böyle bir görevi hakkıyla yerine getirmek için gerekli yetkinliğe de sahip değillerdir. Özellikle medya açısından durum tam da böyledir.

 

Çünkü, gereğinden fazla hızlıdır, gerekli araştırmaların hiçbirisini yapmayarak sonuçta uyandıracağı etkiyi dikkate almaktadır, konuşma teknikleri ve tonlamayla olayı mümkün mertebe abartmaktadır, aynı görüntünün tekrarlarıyla olayın süresini infial uyandırmak için suni olarak artırmaktadır, veri toplama yöntemi adil değildir, aksine toplumsal infial uyandıracak şekilde verileri seçerek sunmaktadır, algı yanıltma teknikleri konusunda uzmanlaşmış bir ekip tarafından yönetiliyormuş gibi (!) davranmaktadır.

 

Medya bu haliyle bir bilgilendirme aracı, bir nesne olmaktan çok ama çok öte, kendini amaç haline getirmeye çalışan gizli bir 'özne'dir. Olayı ileten değil, yöneten konumundadır. Amaç toplum değil, toplumsal bilgilenme değil, kendisidir.

 

Toplumun beyin hücreleri gibi olan fertler, her türlü abartı teknikleri kullanılarak büyütülen herhangi bir olayın etrafına sardırılarak etken olmaktan çıkartılır. Artık, kendi hayatlarının içerisinde etkin bir konumunda olması gereken bireyler, kendilerine ulaştırılan verinin yönlendirmesiyle hareket eden, tedirgin ve iradesiz nesnelere dönüşmüşlerdir. Böyle hastalıklı bir iletişimin sonucu olarak, işlenmemiş ve köpürtülmüş verinin yönettiği durumun ise, çalılıklardan gelecek tehlikeyi bilinç dışı bir tedirginlikle bekleyen bir sürünün haleti ruhiyesinden pek bir farkı yoktur. Sürünün otlak değiştirmesi için çıkartılan bilinçli bir patırtı, istenen paniği oluşturmak için fazlasıyla yeterlidir. Zaten istenen böyle bir halin oluşmasıdır; çıkartılan bunca toz ve duman, bu abartı, bu karmaşa bunun içindir.

 

Bu 'toplumsal panik atak'tan, salgın hastalıklardan da beter bu tedirgin yaşamdan kurtulmanın en kolay yolu, hastalıklı iletişim sisteminin sesini kısmak, infiale müsait zamanlarda mümkün mertebe iletişim araçlarından korunarak yaşamaktır. Zira, panik atak, salgın hastalıklardan daha beter bir hastalıktır. Salgın hastalıklar, eğer gerçekten tehlikeli ve bulaşıcı bir etkenle oluşuyor olsalar bile, yalnızca toplumun küçük bir kısmının vücut sağlığını tehdit ederler. Oysa bu tarz sağlıksız bilgilendirmeler toplumsal bir panik atak oluşturarak, tüm bir toplumun akıl sağlığını bozmaktadır, hem de yok yere...

 

İşte, dürüstlükten ve adaletten sapmış bilişimin neticesi, koca bir toplumun sağlıksız ruh halleriyle dolaşmasıdır. Buna sebep olanlar açısından ise durum, ellerini ovuşturarak seyirci toplamak ve daha fazla reklam geliri elde etmek, istediğini yükseltip istediğini alçaltarak, yaşamın öznesi olan fertleri, gizlice nesneleştirerek gütmekten ve yaşamın 'kolektif gizli öznesi' konumuna biraz daha yakınlaşmaktan ibarettir.

 

Diger taraftan, yaşanan panik tablolarını bir turnusol gibi kullanarak fırsata dönüştürmek de mümkün bizim için. Yönlendirmelerden doğrudan etkilenmeyecek derinlikte bir bilinç sahibi olmak için çalışmak, çabalamak mümkün. İçerisine düştüğümüz bu küçültücü durum bir göstergedir çünkü.

 

Bilincimizin ve hayatımızın ne kadar sığlaştığının bir göstergesi...

 

Yorum yazabilirsiniz.

Yorumlarınız onaydan sonra yayınlanacak olup eposta adresiniz sitede görünmeyecektir. Lütfen hakaret içeren sözler yazmayınız.
0.006 sn.