• A
  • A
18.05.2011
Eleştiri

Derviş ve Ölüm

Bitti. Bir kitabı daha bitirdim. Son sayfayı da kapatıp masanın üstüne koyduğum kitabın kapağındaki resme bakıyorum şimdi. Ravza Kızıltuğ'un Timaş yayınlarında çıkan Meşa Selimoviç'in Derviş ve Ölüm kitabı için yaptığı kapak tasarımında huzur var ama kapağın içinde yazılanlarda huzur dışında her şey... Oysa ki söz konusu olan bir dervişse insan huzuru bekliyor nedense...Kitapta ise derviş bile olsa bütün çelişkileriyle insanı okuyoruz, kimi zaman açıkça kimi zaman satır aralarında...

 

Bitti ama bitmedi aynı zamanda. Bir kitabı sonuna kadar okumanız onun bittiği anlamına gelmeyebilir bazen. En azından benim için kitap asıl şimdi başlıyor...

 

Meşa Selimoviç ; kitabın yazarı. Okuduğum her kitap öncesinde mutlaka yazarıyla ilgili bilgi toplarım. Eseriyle yazarını birbirinden ayıranlardan olamadım hiçbir zaman. Kim ne derse desin yazar eserinde bir şekilde ele verir kendisini. Kimi zaman kendisi bile fark etmeden kimi zaman ise bilerek, isteyerek... Selimoviç ise Derviş ve Ölüm'ü anlatırken zaten bu kitabın kendi hayatındaki bir olayın ardından kaleme geldiğini söylüyor. Ama öyle kolay bir kalem kağıt birleşmesi olmamış, tam 20 yıl beklemiş bu kitabın konusu. Yazar, bu bekleyişin sebebini anlatırken; "Belki de beni, istemediğim duygusal bir davranışa itebilecek olan bir konunun ağırlığından ve kişisel büyüsünden korktum. Bense ondan evrensel bir konu çıkartmak istiyordum"der.

 

Meşa SelimoviçAslında bu kitaba Meşa Selimoviç'in hayatını bilmeden başlamak eksik bir başlangıç olacağı için kısaca anlatmakta fayda var. Selimoviç artık olmayan bir ülkede, Yugoslavya'da 1910 yılında Müslüman bir aileye mensup olarak doğar. Zengin bir aileden geldiğinden çok iyi bir eğitim alır. Selimoviç, II.Dünya savaşında Bosna'da savaşa da katılır ve bu savaşın ruhunda açtığı yaraları ömür boyu taşımak zorunda kalır. Selimoviç ve ailesini asıl etkileyen ve hayatlarında bir dönüm noktasına sebep olan olay ise 1944 yılında Partizan ve aynı zamanda Tuzla Askeri Bölge Komutanlığında subay olan ağabeyi Şevki Selimoviç'in hırsızlık suçlamasıyla haksız yere kurşuna dizilmesidir. Selimoviç bu olayın üstünde yarattığı depremi "Söz konusu olan, aileden birinin ölmesi değildi; devrime yedi kişiyle katılan bir ailede bu, zaten bekleniyordu. Beni kahreden, ortada müthiş bir haksızlığın bulunmasıydı, sebepsiz ve manasız..."sözleriyle anlatır.

 

Zaten romanda da, erkek kardeşinin suçsuz yere idam edilmesi Mevlevi tekkesi Şeyhi Ahmed Nureddin'in hayatındaki kırılma noktasıdır. 1900'lü yılların başında Osmanlı sınırları içinde kalan bir kasabada kendi doğrularıyla yaşayan Şeyh Nureddin, ne iktidarla ne de çevresiyle o zamana kadar bir sorunu olmamasına rağmen, bu olayın ardından adalet kavramını sorgulamaya başlar ve nefretine engel olamayarak isyan eder... Bütün bir kitap bu müthiş iç hesaplaşmasının hikayesidir aslında...

 

Kitap, sadece kitap olarak kalmamış İtalyan yönetmen Alberto Rondalli tarafından filme de çekilmiş. Ne ilginçtir ki adı tanıdık gelince "acaba mı?" diyerek baktığım film arşivimde gerçekten de söz konusu olan "Derviş"filmini bulunca çok sevindim. Ama filmi, kitabın ardından seyredince bütün sevincim söndü doğrusu. Her ne kadar çekildiği 2002 yılında ödül almış olsa da kitapla karşılaştırılınca o kadar zayıf kalıyordu ki.

 

Derviş ve Ölüm kitabı nerdeyse baştan sona iç sesleriyle kurgulanmış bir kitap. Bunu sinema diline çevirmek kuşkusuz çok zor. Belki de yönetmen bunu özellikle tercih etmedi ama böyle olunca da filmin eksikliğini kitabı okuyan birisi olarak çok hissediyorsunuz.

 

el yazısıKitabın başlarında Şeyh Nureddin ile Kadı'nın karısının bir karşılaşma sahnesi var filmde kısacık yer tutan. Çünkü bu karşılaşmada dile gelen sözler azdır, daha çok Şeyh Nureddin'in düşünceleridir anlatılan. Hele kadının ellerinin anlatıldığı bir bölüm vardır ki etkilenmemek mümkün değil; "İlk fark ettiğim, elleri oldu... Bu eller ya sessiz bir arzuyla boğuluyormuş gibi birbirlerine kenetli olarak sahibinin kucağında uslu uslu duruyor ya da aşırı enerjiden ileri gelen ve huzursuzluk ürpertisini andıran devamlı dalgalanma içindeki durgunluklarında yollarını şaşırmamak, anlamsız bir şey yapmamak için birbirlerini koruyorlardı. Derken söz birliği etmiş gibi acelesiz ayrılıyor, birbirlerini arayarak bir an havada süzülüyor, sonra aşık kuşlar gibi nazik bir şekilde atlas dizlerin üzerine düşüyor ve tekrar birleşmiş suskunlukları içinde mutlulukla sarmaş dolaş oluyorlardı..."

 

Kısa bir alıntı yaptım ben, düşünün Şeyh Nureddin'in "bu iki küçük yaratık, bu iki mürekkep balığı, bu iki çiçek" diyerek düşüncelerinde tarife devam ettiği bu elleri, sinemada nasıl anlatabilirsiniz ki? Olmaz, olamaz...

 

Öte yandan elleri iki güzel kuşu andıran karısına rağmen Kadı Ayni Efendi ise Şeyh Nureddin'in benzetmesiyle ya deli ya hortlak ya da işkence etmekten zevk duyan bir manyaktı. Hapisteki kardeşinin durumu ile ilgili konuşmaya geldiği Ayni Efendi sadece Kur'an-ı Kerim'den alıntılarla konuşunca Şeyh Nureddin'de çaresiz aynı dili kullanmak zorunda kalır. Böylece kitabın en ilginç bölümlerinden biri başlar. Bin küsur yıllık eski sözcüklerin meydan savaşıdır bu... Ne yazık ki boşuna bir savaştır. Aynı şeyler söylenilmesine rağmen niyet farklı olunca anlamlarda değişir...

 

Ama beni en çok etkileyen kitabın girişi oldu...

 

"Hokka ile kalemi ve yazmakta olan şeyleri tanıklığa çağırıyorum;
Yanıltıcı akşam karanlığını, geceyi ve gecenin canlandırdığı her şeyi tanıklığa çağırıyorum;
Ayın on dördü ile şafak vaktini tanıklığa çağırıyorum;
Kıyamet gününü ve kendi kendini kınayan ruhu tanıklığa çağırıyorum;
Her insanın daima zararda olduğuna dair,
her şeyin başlangıcı ve sonu olan zamanı tanıklığa çağırıyorum."

 

orjinalKur'an-ı Kerim'den bu alıntıyı ilk okuduğumda, kitabı kapattım. Bitmiştir dedim bu kitap, bu sözlerin üstüne başka hiçbir şey yazılamaz. Ama sonra düşününce Meşa Selimoviç denilen ademoğlu eğer bu kitap için 20 yıl beklemeyi göze aldıysa bir bildiği olmalı dedim. Ve devam ettim. Kitabın sonunda ise beni bir sürpriz bekliyordu. Kitap aynı alıntıyla bitiyordu... Selimoviç, Allah'ın sözleriyle başladığı kitabına O'nun eseri olan insanı anlattıktan sonra yine O'nun sözleriyle son noktayı koyuyordu...

 

Derviş ve Ölüm, okunup unutulacak değil üstünde tekrar tekrar düşünülecek bir kitap. Bu nedenle kitap okumayı boş vakitlerde yapılan bir etkinlik olarak görenlerdenseniz en iyisi bu kitabı okumaya hiç başlamayın...

 

Yorum yazabilirsiniz.

Yorumlarınız onaydan sonra yayınlanacak olup eposta adresiniz sitede görünmeyecektir. Lütfen hakaret içeren sözler yazmayınız.
0.007 sn.